top of page

CAMIN TARİHÇESİ

Kalıcılığı ve Faniliği Özünde Barındıran Cevher: Cam!

Cam zarafeti, ışık geçirgenliği, kimyasal dayanıklılığı, yalıtkanlığı ve geri dönüşüm özelliği nedeniyle yaşam alanlarımızı çevrelemiştir. Asırlardan beri sofra eşyasından vazolara ve aydınlatma araçlarına, mücevherlerden endüstriyel malzemelere kadar çeşitli nesnelerin yapımında kullanılmış ve tarih boyunca insan yaşamında önemli bir yer işgal etmiştir. Yapay malzemelerin en eskilerinden biri olan cam, çekiciliğinden taviz vermeden, kırılgan olduğu kadar dayanıklı, ağır olduğu kadar hafif ve aynı zamanda büyüleyici bir malzemedir.

 

Genel tanımıyla cam; silis, potas ya da soda, kireç ve bazen daha başka katkı maddelerinin de beraberce ergitilmesi ile elde edilen saydam, yarı saydam veya opak, şekilsiz ve kristalleşmeden katılaşan inorganik bir maddedir. Isıtıldıkça akıcılık kazanan ve soğutulduğunda  sertleşen ve kırılganlaşan  bu maddeye tarih boyunca  şekil vermek için çok uğraşılmış ve  birçok şekillendirme teknikleri geliştirilmiştir.  Teknik zorluklarına karşın, çeşitlilikler bakımından çarpıcı etkisi olan cam ürünler, tarihin her döneminde, üretildiği  bölgeye “gücünü temsil eden bir kimlik” yansıması bakımından katkı sağlamıştır.

İnsanlar  tarafından binlerce yıldır hayranlık uyandıran camın keşfi 5000 yıl öncelerine dayanır.  Suni cam yapılmadan çok daha evvel insanlar,  doğada bulunan camlara elleriyle şekil vererek kullanmışlardır. Bu doğal taşlardan en bilineni obsidiyen denilen yanardağdan çıkan koyu renkli cama benzer çok sert bir taştır. Kolaylıkla keskin ve uzun parçalar halinde kırılması dolayısıyla ok, mızrak ve bıçak yapmak için kullanılmıştır. 

 

Camın keşfi Romalı antik yazar Plinius’un kaleme aldığı efsanede şöyle geçmektedir; “Zengin Fenike tüccarlarından birisi gemisine soda yükleyerek, Akdeniz’de sefere çıkıp diğer limanlara malını götürmek ister. Gemi tam Fenike sahillerinden ayrılacağı sırada çıkan fırtına nedeniyle, Belus ırmağı (İsrail) ağzındaki limana sığınmak zorunda kalır. Orada bir süre kalacak olan gemiciler sahile çıkarlar ve yemek pişirmek isterler. Kumsal arazide ocak yapmak için taş bulamayan gemiciler, gemiden sert soda parçacıklarını çıkararak bunlarla ocak kurarlar ve yemek pişirmek için ateş yakarlar. Yemek piştikten sonra görürler ki ocakta şeffaf, güzel bir kütle oluşmuştur. Bu da “cam” dır . Bu olay gerçeğe yakın olsa da bir ocaktan elde edilen ısının camı oluşturup oluşturamayacağı ve camı oluşturan asıl maddelerin yeterli olup olmadığı sorusu akla gelmektedir ve biz biliyoruz ki cam, yüksek sıcaklıkta erimektedir ve camı oluşturan maddelerin belli miktarlarda karıştırılmasıyla oluşmaktadır. Bundan dolayı Plinius’un bu görüşünün doğruluğu tartışmalıdır.

 

 

Erken dönemlerde,  Mezopotamya’dan Mısır’a, Doğu Akdeniz’den Anadolu’ya kadar pek çok yerde ilk camcılık örnekleri karşımıza çıkmaktadır.  Camın kullanımı ve kökeni tam olarak açıklığa kavuşturulamamış olsa da arkeolojik veriler camın ilk kez Mezopotamya’da M.Ö. 3. bin yılda bir eşya olarak insanoğlu tarafından kullanıldığını göstermektedir. İlk 1000 yıl boyunca değerli  taşların taklidi olan cam objeler sıklıkla kullanılırken M.Ö. 1500’lerde cam vazolar ve diğer objeler hızla yayılmaya başlamıştır. 

 

M.Ö.  15. yüzyıldan M.Ö. 11. yüzyılın başına kadar Mısır’da iç kalıp tekniği ile cam eserler yapılır.  M.Ö. 11. yüzyıldan M.Ö. 4. yüzyıl sonları arasında cam üretiminin kesintiye uğradığı bu ülkede camcılık, M.Ö 332’de İskenderiye şehrinin kurulmasından sonra yeniden canlanır ve İskenderiye’nin eşsiz Millefiori (bin çiçek) kaseleri, bu alanda ulaşılan en büyük başarıların simgesi olur. Bu dönemde Mısır’dan Yunanistan ve İtalya’ya yönelik bir cam ticaretinin olduğu bilinmektedir. M.Ö 8. yüzyılda başlayan İtalya’daki camcılık M.Ö. 1. yüzyılda İskenderiyeli ustaların gelmesi , bunu takiben de üfleme tekniğini bulan (M.Ö. 50) Suriyeli camcıların bu tekniği İtalya’ya getirmeleri ile büyük bir aşama gösterir ve böylece tarihe mal olan Roma camcılığı doğar.

 

En önemli özelliği inceliği ve hafifliği olan Roma üfleme kapları, ilk dört yüzyılda Suriye, Filistin, İskenderiye, Anadolu ve Avrupa’nın bir kısım yerleşim yerlerini içine alan Roma İmparatorluğu’nun bütün bölgelerine yayılır. 5. yüzyılda Batı Roma İmparatorluğu’nun  yıkılışı ile Avrupa’da camcılık geriler. Bu defa  gelişme doğuda Bizans sınırları içinde özellikle mozaikli duvar bezemeleri ve pencere camı yapımı konularında görülür. Sur ve Sayda’daki camcılık merkezleriyle kurulan ilişkiler sonucu imparatorluk merkezi Konstantinopolis’te (İstanbul) cam kap yapım endüstrisi  gelişir. 

Batı Roma İmparatorluğu’nun çökmesinden sonra Avrupa’da yapılan camlarda kalitenin düştüğü görülür. Bu arada Almanya, Fransa, Belçika, Güney Hollanda, Bohemya, ve Ren bölgesinde türeyen orman camı (waldglas) yaygındır. Bu camlar kullanılan hammaddenin değişikliğinden kaynaklanan bir renk farklılığı içerir.  Bu camlar yeşilimsi, gri ve kahverengimsidir.

 

Aynı tarihlerde, geometrik motifli kesme cam yapımı gelişmiş olan İran ve Mezopotamya’da lüks ve artistik cam üretimi devam etmektedir. Kurulan fabrikalarda Yunan ve Roma’nın klasik motifleri ile daha ileriki dönemlere ait İslami eserler arasında bir geçiş halkası veya köprü teşkil edecek cam parçaları yapılmıştır. 7 – 8. Yüzyıllarda bütün yakın doğu yerleşim merkezleri  ve Kuzey Afrika, Arap orduları tarafından fethedilir ve bu yöreler İslam etkisi altında kalır. Fetihlerinin ilk yıllarında Araplar, yerleştikleri ülkelerin sanatlarını benimsediklerinden, yerli ustalarca yapılan ve dekore edilen sarayları da yerel zevkleri yansıtmaktadır. Fakat birinci binyılın sonlarına doğu İslam camları daha özgün form ve bezeme şekilleri ortaya koyarlar. 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İslami camlar Haçlılar tarafından Batı’ya götürülmüş ve Ortaçağ Avrupası’nda büyük hayranlık uyandırmıştır. 1400 yıllarındaki Timur istilası sonrası İslam camcılığının gerilemesine karşın Venedik camcılığının ilerlediği görülür. Bu dönemden yaklaşık iki yüzyıl önce Venedik’te  doğulu ustaların büyük etkisi ile  güçlü bir cam endüstrisi kurulmuştur. Şehrin dünya camcılığının merkezi haline gelmesi  İslam camcılığının gerilediği  döneme rastlar. 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Türk el sanatları arasında yer alan cam işleri, ilk olarak mimaride alçı vitray tekniği olarak kullanılmaya başlanmıştır. Daha sonraları günlük yaşam içinde, kandil, kadeh, sürahi ve tabak olarak kullanılan cam, Memlükler ve Eyyübiler döneminde en parlak dönemine ulaşmıştır. Selçuklu döneminde ise, malzemeye olan hâkimiyet artarak cama, oyma, basma ve perdahlama teknikleri kullanılarak desenleme yapılmıştır.

 

Osmanlılarda ise özellikle İstanbul, fetihten sonra, camcılığın merkezi olmuştur. Cam üretimi Osmanlılar döneminde önemli bir sanayi ve sanat dalı haline gelmiştir. Özellikle Topkapı Sarayı’ndaki cam işçiliği dikkati çekmektedir. Bu dönemlerde de düz cam üretimi dökme ve üfleme tekniğiyle yapılmaktaydı. 16.yy.da üretimin her gün biraz daha geliştiği görülmektedir. Özellikle pencere ustalarının üfleme tekniğinde yaptıkları ince ve yeni cam renkleri dikkati çekmekteydi.

 

Osmanlı döneminde camcılık merkezi genellikle İstanbul ve çevresindedir. Çeşitli belgelerden edinilen bilgilere göre Eğrikapı, Eyüp, Balat, Ayvansaray, Bakırköy, Beykoz, Paşabahçe, Çubuklu, İncirköy bölgelerinde değişik özellikte ve boyutta cam üretimi yapılmıştır. Bütün bu camcılık merkezleri padişaha aitti. Camcılara kira karşılığı verilmekteydi. Ayrıca da, camcılara «gedik» yoluyla ayrılmış olan bu atölyelerden başka bir yerde cam üretimine izin verilmediği de belgelere göre anlaşılmaktadır.

 

 

“Camgeran” bu dönemde camcılığın örgütlenmesi sırasında cam ustalarına verilen ad olarak karşımıza çıkmaktadır. Camgeran’lar “Ehl-i Hiref” yani “sanat erbabı” olarak tanımlanan ve Topkapı Sarayı’na bağlı olarak çalışan en üst düzeydeki özel kadro içinde yer alan, cam ustalarından oluşan grubu temsil etmekteydi. Camgeran’ ların başındaki kişilere “Sercamger” denilmekteydi. Geçmişte kurulan bu düzen, sanatında yetkin kişileri bir araya toplamak, onları desteklemek gibi bir amaca sahipti ve böyle bir örgütlenme usta-kalfa-çırak ilişkisine dayalı bir eğitim düzeninde işletilmekteydi. Camgeran, Türk cam tarihinin geçmişinde karşılaşılan ilk mesleki örgütlenme ve organizasyonlardan biridir.

 

Geleneksel Türk camcılığı en yaygın başarıya 17. ve 18. yüzyıllarda ulaşmıştır. Ancak bu kadar gelişmiş bir endüstriden elimize pek az belge ulaşabilmiştir. III. Murat zamanında hazırlanmış Surname’nin içinde çok ilgi çekici bir minyatür yer alır. Bu minyatürde camcı esnafının geçit töreni izlenmektedir. Bir araba üzerine kurulmuş cam ocağının çevresinde yer alan cam ustaları üretim yapmaktadır.

Böyle bir önemli tören için bile olsa, içinde cam eritilen bir gezici cam ocağının hazırlanması çok büyük güçlüklerle doludur. Üstelik, gerek arabanın kuruluşu, gerekse boyutlar ve kullanılan teknik, gerçek bir atölye kadar doğrudur.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu minyatürde bulunan şişeler Şekil 1.a-b’de de görüldüğü gibi ‚düz ve eğik kaburgalıdır. Ayrıca ortalarında boğumlu cam kaplar yer almaktadır‛ ( Özgümüş, 2000: 72).Ellerinde cam işleri taşıyarak geçen Camgeran Loncası camgerlerinin hünerlerinin ötesinde bu minyatür de Türk cam sanatı hakkında bilgi verebilmektedir. Gösteride kullanılan (Bkz. Şekil 2.a-b) cam ürünleri tipik Osmanlı cam ve seramik eserlerinin simgesel örnekleridir. Camda kullanılan mavi renk Osmanlı tarzı çini sanatında da görülmektedir. Bu nedenle Osmanlı’da cam ve seramik sanatının iç içe olduğu gözlenebilmektedir.

 

 

Osmanlı devletinde bu gibi cam merkezlerinin varlığı yanında, özellikle Venedik’ten de cam getirilmiştir. 13. yy başlarında önemli bir camcılık merkezi durumunda bulunan Venedik, her ülkenin kendi istediği camları da üretmektedir.

 Bu yolla Venedik’ten Türk beğenisine uygun camların gelmesi, 1716 yılında Sultan’ın bir kararı ile durdurulmuştur. Zaten 1700  yıllarından bu yana, diğer bir cam merkezi olan Bohemya’dan cam gelmekteydi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sultan I. Mahmut döneminde Fransa’dan cam ustalarının getirtildiği, Sultan II. Selim döneminde  ise Mehmet Dede isimli bir mevlevinin camcılık öğrenmek için İtalya’ya gönderildiği ve dönüşünde Beykoz’da camcılık  yaptığı bilinmektedir.

Bu Mevlevi ustasının kurduğu söylenen bu tesiste özellikle çeşmibülbülde çok başarılı örnekler  elde edilmiştir.

Bir diğeri ise 1899’da «Fabbrica Vetrami di D.Modiano, Constantinople» ismi altında, Saul Modiano isimli bir Musevi tarafından Paşabahçe’de kurulan tesistir. Bu tesis 1902’lerde 500 işçi çalıştırır duruma gelmiştir. Ancak anlaşılıyor ki, bu cam atölyesi herhangi bir nedenle fazla başarılı olamamış ve bir süre sonra kapanmak zorunda kalmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sanayi devrimi ile birlikte 18.yy.da camcılıkta bazı değişiklikler olmuştur. Özellikle cam fırınlarında yakacak olarak odun yerine kömürün kullanılmaya başlamasıyla yüksek ısılara daha az maliyetle ulaşılmış, bununla birlikte cam, malzeme olarak ucuzlamıştır.

İngiltere’de de Sanayi devrimi döneminde cam sanayinde görülen en önemli değişikliklerden biri, büyük boyutlu düz camların üretilmesi olmuştur. Bir diğer değişiklik ise cam eşyaların hızlı bir şekilde günlük hayatta kullanılmasıdır. Makineli üretime geçiş günlük kullanım kaplarının seri bir şekilde üretilmesini sağlamış ve böylece bu kaplardaki fiyat düşmesinden dolayı kullanım alanı genişlemiştir. 20.yy.da cumhuriyetle birlikte, Türk camcılığı yeniden düzene sokulmuştur. 17 Şubat 1934’te Vekiller Heyeti kararıyla ilk cam fabrikası kurulmuştur. Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları A.Ş. olarak İş Bankası tarafından kurulan bu ilk fabrikadan sonra, değişik cam konularında çalışan pek çok yeni fabrika kurulmuştur.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

200 Yıllık Beykoz Camcılığı Mirası

Cam sanatı mirası içinde Doğu Akdeniz ve Anadolu'nun özel bir yeri vardır. Çünkü ilk cam üretimi Doğu Akdeniz'de başlamış, Roma İmparatorluğu döneminin gelişmiş cam sanayi de bu topraklar üzerinde önemli ürünler vermiştir.

1450 yılından bu yana Osmanlı İmparatorluğu döneminde ise, bu miras, İstanbul'da gelişen başarılı bir camcılığı desteklemiştir. Özellikle Topkapı Sarayı tarafından desteklenerek gelişen bu yarışın en son ve en ilginç sonuçlarından birisi, 200 yıl önce Sultan III. Selim döneminde başlatılmış olan Beykoz camcılığıdır.

Aslına bakılırsa Beykoz camcılığı, 1800'lü yıllardaki Sanayi Devrimi'nin Osmanlı İmparatorluğu üzerinde yaptığı önemli bir değişimin simgesidir. Sultan III. Selim döneminde, Beykoz cam atölyelerinde ilk üretildiği günden beri, büyük bir ün kazanan, günümüze kadar yaşayarak gelebilen, önemli müze ve koleksiyonlarda bulunan 'Beykoz Camları' böylelikle yaratılmıştır.

 

Osmanlı İmparatorluğu’nun 19. yüzyılda kurmaya çalıştığı cam sanayinin en önemli rakipleri olan Venedik ve Bohemya camcılığının genel gelişimi, ürün kimliği ve Beykoz camcılığının gelişmesindeki etkileri izlenebilmektedir. Türk camcılık tarihinin en önemli izlerini taşıyan Beykoz İşi cam ürünlerden çeşmibülbüller gerek form, gerek üzerlerine işlenmiş desen olarak incelendiğinde geleneksel Osmanlı biçimlerinde yapılmış ve Osmanlı üslubuna göre bezenmiş oldukları görülür. Çeşmibülbül denilen bu filigranlı camlar Osmanlı beğenisini ve sanat anlayışını yansıtırlar.

 

Çeşmibülbülün Osmanlı İmparatorluğu döneminde ve günümüzdeki önemine bakıldığında onun biçimlendirilmesinde kullanılan özel camcılık teknolojisi kadar, özel yaratıcılık, ustalık gerektiren uzun ve karmaşık yapımından da kaynaklandığı görülür.

Bütün bu değerlendirmelerden anlaşılıyor ki, çeşmibülbüller 19. yüzyılda Osmanlı’nın uluslararası cam sanayi yarışından günümüze kadar yaşayarak ve gelişerek ulaşabilmiş olan önemli bir projenin ürünleridir.

 

 

Beykoz’da Boğaziçi’nin renkli atmosferi içinde çok özel bir cam ustalığıyla üretilen çeşmibülbüllere, “bülbül gözü” veya

“bülbül çeşmesi” anlamına da gelen böyle bir ismin verilmesinin nedeni tam olarak bilinmemektedir.

Çeşmibülbüllerin yapımında kullanılan renkli cam çubukların oluşturduğu helezonların görsel karışımlarının etkisiyle ve belki de dönemin “Boğaziçi’nin renklerine ve şiirsel ortamına uygun” bir kavram olduğu öne sürülebilir. Bunlara çeşmibülbül denilmesinin sebebinin, bu camların bülbülün gözündeki tahrillere benzemesi olduğunu iddia edenler de vardır.

Hatta bazı metinlerde bu ismin bölgedeki çeşmibülbül denilen bir çeşmeden geldiğine de rastlanmaktadır. Beykoz atölyelerinde

üretilen camlar çeşitli gruplara ayrılır. Ayrı bir grup olan çeşmibülbüller renksiz, renkli ve opal cam (filigranlı cam) karışımıdırlar.

Renkli ve beyaz opal çubuklar saydam cama gömülüdür. Çeşmibülbül’ün Osmanlı İmparatorluğu döneminde ve günümüzdeki

önemi, onun biçimlendirilmesinde kullanılan özel camcılık teknolojisi kadar, özel yaratıcılık gerektiren uzun ve karmaşık yapımından da kaynaklanır.

 

En eski cam tekniklerinden biri olan çeşmibülbül, camcılık geleneğinde bugün bile cam sanatının gerektirdiği yeni yorumlarla birlikte, her zaman geliştirilerek uygulanmıştır.

 

 

Geçmişte gerçekleştirilen cam biçimlerine bakınca gerek renk, gerekse saflık açısından, bu camın yapımında karşılaşılan güçlüklere karşılık gösterilen ustalıklar gerçekten şaşırtıcı olur. Bu arada açıkça söylenmesi gereken bir durum vardır. Bu cam yapımıyla ilgili yöntemlerin hemen hemen tümünün, geçmişteki cam yapımcıları tarafından ortaya konmuş olduğu görülür. Çağdaş yapım yöntemlerimiz ise, çoğunlukla  bu eski ve temel  ilkelerin toplu ve hızlı üretimini gerçekleştirecek biçime yönelmiştir. Çünkü camın temel özellikleri, geçmişteki isimsiz tasarımcılar tarafından çeşitli ölçülerde, boyutlarda ve sessizce ortaya konmuştur. Günümüzde cam renklendirmede kullanılan karışımlar bile genellikle 2000 yıl önceki gibidir.

 

Bu yüzden bugün için temelde önemli olan , hem yüksek sayılarda üretimi sağlamak, hem de geçmişin sanat eserleri kadar çarpıcı ve özgün yapıtlara ulaşmaktır. Böylece, camın geçmişte bütünüyle oluşturduğu beğeni çizgisi bir anlamda bugün de canlı kalmakta ve daha da ileri düzeylere doğru gelişim göstermektedir.

Geçmişte cam ustalarının o gün için ancak elle yapabildiği  olağanüstü yapıtları bugün makineler üretebilmektedir. Yine de bugün el yapımı, cam ürünlerde oldukça önemli bir yer tutar. Cam üzerinde  de çağdaş sanatın canlandırıldığı görülmektedir.

 

Diğer sanat dallarında olduğu gibi cam sanatının çağdaş anlamda gelişiminin Endüstri Devrimi ile başladığı söylenebilir. Endüstri Devrimi’nin cam üretim teknikleri, sanayi ve teknolojik gelişimine getirilerinin yanı sıra sanat akımlarının oluşmasına dolaylı yollardan zemin hazırlaması yadsınamaz bir gerçektir.

 

Özel sektörlerin imkanlarını sanatçılara açmasıyla fabrikalarda daha özgür ve özgün üretimler denenmeye başlamış böylelikle çağdaş anlamda adımlar atılmıştır. Bununla birlikte, bazı sanatçıların özel sektör girişimlerini tercih etmemesi ve bireysel girişimleri sayesinde küçük atölyeler kurulması da cam malzemenin fabrika ortamından çıkarılarak sadece sanatsal kaygılar güdülerek üretim yapılabilmesine, olanak tanımıştır. Cam malzemenin fabrika dışına küçük atölyelere taşınması, çağdaş cam sanatının oluşma sürecinde etkisi itibari ile önemli bir yer tutan stüdyo cam hareketinin oluşumundaki başlangıç evrelerinden biri olduğu söylenebilir. Stüdyo cam hareketi cam malzemenin sadece sanatsal kaygılar güdülerek kullanıma dönük olmayan üretimler yapılabilmesine olanak tanıması, okullaşma sürecinin başlangıç ve gelişim evrelerinde basamak oluşturması bakımından, çağdaş cam sanatının oluşumunda önemli bir etkendir. Bununla birlikte sergilerde cam malzemenin yer almaya başlaması, camın daha çok kişi tarafından fark edilmesini ve cam malzemeye yönelimi sağlamıştır. Cam tasarımı, cam teknikleri hakkında kültürlerarası paylaşımlar oluşmuştur. Bütün bu etkenler ve diğer sanat dallarını da etkileyen sanat akımları, cam malzemesinin plastik sanatlarda çağdaş bir ifade aracı olarak kullanımı konusunda katkılar sağlamıştır. Özel sektör, bireysel veya kamusal girişimlerin günümüzde de devam etmesi, çağdaş cam sanatının gelişimi açısından umut vermektedir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

bottom of page